
MUBI’nin queer temalı bir film gösterimi yapacağı İstanbul Kadıköy’deki film festivalinin yasaklanması, Türkiye’de sansürün ne denli sistematik bir hale geldiğini gösteriyor. LGBTQ+ bireylerin görünürlüğünü artırmayı hedefleyen bir açılış filmi nedeniyle bir sanat etkinliğinin tamamının iptal edilmesi, Türkiye’de sanatın ne kadar kırılgan bir zeminde var olmaya çalıştığını ve yetkililerin sansüre yönelik tavrının baskıcı bir yapıya dönüştüğünü gösteriyor. Bu yasak kararının, kültürel bir etkinliği değil yalnızca LGBTQ+ topluluğunu değil, toplumsal özgürlükleri önemseyen herkesi ilgilendirdiğini kabul etmeliyiz.
Bu tür yasakların gerekçesi olarak genelde “aile yapısını koruma” gibi iddialar öne sürülüyor. Ancak göz ardı edilen önemli bir gerçek var: Bu ülkede her gün kadınlar şiddet görüyor, çocuklar istismara uğruyor, hayvanlar sistematik olarak işkenceye maruz kalıyor. Kadın cinayetleri, hayvan hakları ihlalleri ve çocuk istismarlarına yönelik yapılan haberler toplumun her kesimini derinden sarsarken, devletin LGBTQ+ bireylerin varlığını bir tehdit olarak göstermesi, asıl sorunların üstünü örten bir perde gibi karşımıza çıkıyor. LGBT bireylerin görünürlüğünü hedef almak yerine, toplumsal yapıyı tehdit eden, insan hakları ihlali olan gerçek sorunlara karşı önlem alınması daha anlamlı ve acil bir gereklilik değil mi?
Sansür kararları, bir yandan toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelmesini engellerken bir yandan da sansür uygulayıcıların özgürlükten ve çeşitlilikten duyduğu korkuyu gösteriyor. LGBTQ+ temalı bir film, sırf varlığıyla bile toplum için bir tehdit olarak görülüyorsa, asıl sorunun toplumsal kabulde ve bireysel özgürlüklere olan saygısızlıkta olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. Ayrıca bu tür bir sansür kararı, sanatın toplum için üstlendiği işlevi de anlamamak anlamına gelir. Sanat, yalnızca var olanı yeniden üretmek değil, aynı zamanda toplumu rahatsız eden, düşündüren, değiştiren bir güçtür. Bu güç, özellikle farklı kimliklerin ve deneyimlerin görünür kılınmasıyla artar.
Oysa Türkiye’de sanatın bu işlevi yerine getirmesi, her geçen gün zorlaşmakta. MUBI’nin festivalde göstermek istediği açılış filmi, yalnızca LGBTQ+ bireylerin varlığını kabul etme amacı taşımıyor; aynı zamanda toplumun tüm kesimlerine hitap eden bir anlayışla, herkesin bir arada var olabilme ihtiyacını savunuyor. Bu ihtiyaca yönelik yapılan bir gösterimin engellenmesi, yalnızca LGBTQ+ topluluğunu değil, sanatın ve kültürel etkinliklerin önemini bilen, ifade özgürlüğünü savunan herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir karardır. Sanata getirilen her yasak, toplumun gelişimine, kültürel çeşitliliğine ve özgürlüğüne vurulan bir darbedir.
Sansür, aslında sıradan bir yasaklama aracı olmaktan çok daha fazlasıdır; farklılıkları bastırmanın, toplumu homojenleştirmenin, çeşitliliğe ve farklılıklara dair ne varsa hepsini yok etmenin en etkili aracıdır. LGBTQ+ bireylerin hikayelerini topluma ulaştırma çabası bir tehdit unsuru olarak görülürken, ülkenin dört bir yanında kadınlar her gün erkek şiddetiyle karşı karşıya kalıyor, çocuklar güven içinde yaşamaktan mahrum bırakılıyor, hayvanlar vahşice katlediliyor. Asıl mücadele edilmesi gereken konular bu kadar ortadayken, enerjimizi LGBTQ+ bireylerin ve sanatsal etkinliklerin üzerindeki sansür ve yasaklamalara harcamak, toplumsal önceliklerin nasıl yanlış bir şekilde belirlendiğinin en net göstergesi.
Kadıköy’deki yasak kararı, Türkiye’de ifade özgürlüğünün, sanatsal yaratımın ve bireysel hakların nasıl kontrol altına alındığını ortaya koyuyor. Toplumun belli kesimlerinin sesini kısarak onların görünmez hale getirilmesini amaçlayan bu gibi yasaklar, sadece LGBTQ+ topluluğunu değil, aslında herkesin özgürlüğünü kısıtlayan bir yapıya dönüşüyor. Sansüre karşı ses çıkarmak, yalnızca LGBTQ+ bireyler için değil, kadınlar, çocuklar ve toplumun diğer hassas gruplarının da güvenle ve özgürce yaşayabilmesi için hayati öneme sahip.
Özetle, Türkiye’de sanatın özgürce icra edilmesi için gerekli koşullar oluşturulmadıkça ve toplumdaki asıl sorunlara odaklanılmadıkça, yasaklama politikaları yalnızca bireylerin ifade özgürlüğünü kısıtlayan araçlar olarak kalmaya devam edecek.